12 Ağustos 2008 Salı

Ayşe Arman Roportaji Hürriyet Gazetesi Kasım 2007

Ayşe Arman Röportajı Hürriyet Gazetesi Kasım 2007
Bir insan karşınızda konuşurken, “Utangaç mıyım, utanmaz mıyım bilemiyorum” diyebiliyorsa, o insanı ciddiye almak gerekir. Teoman da öyle biri.

çelişkileriyle zenginleşen biri. etkileyici biri. dolu, birikimli, derin, amma velakin yalnız, belki bu yüzden kendini biraz fazla ciddiye alan... yalnızlığın yonttuğu, biçimlendirdiği, şekillendirdiği biri erkek. genç yaşta babasını kaybetmiş ve hikaye orada başlamış...

bizi en çok sarsan cümleniz: "babamın öldüğü yaştayım..." babanızı kaybettiğinizde kaç yaşındaydınız?

- iki buçuk.

o kaç yaşındaymış...

- otuz üç.

çok da gençmiş...

- evet. bebekmiş babam öldüğünde.

babanıza dair neler hatırlıyorsunuz?

- iki kare: 1-) ağlıyorum, içeriden biri bana doğru koşuyor. babam o. "korkma" diyor. beni kucağına alıyor, hafif yukarıya kaldırıyor, sıkı sıkı sarılıyor. kendimi müthiş güvende hissediyorum. 2-) babam hasta yatağında öksürüyor.

insanın babasını bu kadar erken kaybetmesi nasıl bir travma?

- başkalarınkini bilemem, ama benimki ağır oldu. "haksızlığa uğradım" duygusuyla büyüdüm. "neden başka çocuklar değil de ben?" neyin ne olduğunu anladığım bir yaşa gelince de kendi adıma değil, onun adına üzülmeye başladım: "bana değil, ona haksızlık!" zor tabii. bir de güzel anlattıkları bir adamdı babam. ölümünün üzerinden 35 yıl geçmesine rağmen, hálá hakkında iyi konuşulan, hálá arkasından ağlanan bir adam. entelektüel, düşünceli ve zarif...

bazı insanlar kaybettikleri insanları hissederler özel günlerde filan. siz?

- aman yok. ben hiç gelemem öyle şeylere, kaçarım. hatta öyledir ki, aileden biri ölünce bile bana hemen söylenmez. alıştıra alıştıra söylerler. kaldıramam. cenazeler, camiler, mevlütler bana göre değil. hastalıklı bir ilişkim vardır ölümle. sevdiklerimin öleceği düşüncesi beni çok korkutur. evhamlıyım. mesela 70 yaşındaki annem hálá araba kullanıyor diye aklım çıkıyor. arkadaşlarım motosiklete biniyor diye ödüm patlıyor. müdahale etmek istiyorum.

peki biri sizin hayatınıza müdahale etse...

- hiç hoşuma gitmez. ama ben risksiz bir adamım, gerekmez.

nasıl yani?

- riskli bir hayat yaşıyormuşum gibi duruyor, değil mi? tam tersi aslında. sürekli check-up’a , efor testlerine giren, kendine bakan bir adamım.

babanız erken öldüğü için mi risksiz yaşamaya çalışıyorsunuz? babanızın erken ölümü tam olarak nasıl bir tortu bıraktı sizde? acı mı? boşluk duygusu mu? yaralanmışlık hissi mi? hep bir yerinizde bıçak var gibi mi? tevekkül mü?

- tevekkül yeni geldi bana. o haksızlık duygusunu, hıncı, kızgınlığı çok ileri yaşlarıma kadar taşıdım. yeni yeni kurtuldum onlardan. bir sürü çocuğun hissetmediği şeyleri hissetmek zorundaydım. başka koşullarda çaba göstermek zorundaydım. bu da hoşuma gitmedi tabii. babasız olmanın, insanlarda şefkat, merhamet ve acımaya dönüşmesini de sevmedim. ama bütün bu zorlukları bana göre daha kolay atlatanlar vardır. ben çok ağır yaşadım.

neden öldü babanız?

- kalp yetmezliğinden deniyor. ama bir sürü hastalığı varmış aslında. inatçı ve kimseyi dinlemeyen biriymiş, hastalıklarını saklamış. "bu işi kendim hallederim" deyip tedaviyi geciktirmiş, yoksa ölecek adam değilmiş. bence kişilik özellikleri yüzünden öldü...

özgür ruhlu ve serserilikten hoşlanan biri mi?

- evet. babamı, bana bıraktığı kitaplardan tanıdım. çok okuyan biri. goethe seviyor mesela. benim durumum şu, ana çerçeveyi başkalarının anlattıklarından aldım ama içini kendim doldurdum. babamı ben yarattım. milli türk talebe birliği’nin hukuk başkanıymış...

nasıl bir aşk hikayesi annenizle babanızınki?

- hüzünlü. annem olgunlaşma enstitüsünden mezun. isviçre’ye gidiyor çalışmaya, terzilik yapıyor, babamla mektuplaşıyorlar. babam anneme mektupla evlenme teklif ediyor, "evlenmeye hiç niyetim yoktu, ta ki seni tanıyıncaya kadar. benimle evlenir misin?" diyor. annem de kabul ediyor.

toplam ne kadar beraber olmuşlar?

- 3.5 yıl.

peki annenizin yası ne kadar sürdü?

- 35 yıl! 3.5 yıla 35 yıl. ilk 10 yıl, her gün ağladı. ve bu arada sağlığını yitirdi. babamın ölümünden sonra depresyona da girdi. sinirsel olarak ses kısıklığı vardır annemin. onu heyecanlandıracak bir şey olduğu zaman, sesi tamamen gider.

o da çok gençmiş babanız öldüğünde, istemediniz mi annenizin yeniden evlenmesini?

- annem babamı kaybettiğinde otuzlarındaydı, 70 yaşına kadar bekar yaşadı. 70’inden sonra evlendi. hayatlarının yaşlılık dönemindeki iki kişinin birbirine destek olma fikri hoşuma gitti, destekledim. ama 20 yıl önce evlenmeye kalksa, hoşuma gider miydi? hayır. o evin tek erkeği bendim.

nasıl bir çocukluk? fırlama, yaramaz, ele avuca sığmaz bir çocuk mu? yoksa ağırbaşlı, uslu mu?

- ben ropdöşambrlı çocuktum. çünkü evimizde pijamayla dolaşmak ayıp karşılanırdı. muhallebi çocukluğuyla, sokak çocukluğu arasında gidip geldim. salon erkeği denir ya, ben de salon çocuğuydum. hep kibar ve ölçülü. sofrada konuşulmaz. zaten fazla konuşanlar, yüksek sesle gülenler tasvip edilmez. yılışık erkekler hiç sevilmez. şu anda bile mesela bacaklarım açık hiç oturmam koltukta. ilkokula gitmeden, iyi bir erkeğin nasıl giyinmesi gerektiği öğretildi bana, hangi renkler bir araya gelmez filan...

peki neden bütün bunlar?

- çünkü annem, teyzem ve anneannemle büyüdüm. ve onlar cumhuriyet kadınlarıydı. zarif ve avrupai. kendilerini batılı hissediyorlar. estetik duygusuyla gereğinden fazla meşguller. öyle ki, anneminki stil faşizmine kadar giderdi. bir adam yanlarına yamuk yumuk oturduysa, özensiz giyinmişse, ayakkabıları boyalı değilse, sakal tıraşını ihmal etmişse... o adamın ne söylediğinin hiçbir önemi yoktur annem için...

bu sizi nasıl etkiledi?

- başka çocukların ropdöşambr giymediğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. bir sürü yönden farklıydım onlardan. koca ilkokulda annesinin üzüm suyu getirip kendi elleriyle içirdiği tek çocuk bendim.

yalnız, hayaller kuran bir çocuk mu?

- tabii, tabii. yalnızlık baskın tema. ilkokulda bana heceleri gösterdikleri gün çok hoşuma gitti. öğrendim, gittim evde bir kitap buldum, ondan sonra da elimden kitapları hiç bırakmadım.

nasıl bir öğrenciydiniz? parlak, vasat?

- üniversiteye kadar iyi bir öğrenci oldum. boğaziçi üniversitesi’ne girince biraz serdim. çok çalışmazdım ama hiçbir ders, benim için fuzuli değildi. merak ederdim. hatta o kadar ki, ders yılı başlamadan bütün ders kitaplarını okumuş olurdum.

insan tarih kitabını dersler başlamadan neden okur mesela?

- elime ne geçerse okuyordum. en büyük keyfim şuydu: perdelerimi sıkı sıkı kapatacağım, yatağıma uzanacağım ve kitap okuyacağım...

sizde bir tatminsizlik hali var, yanılıyor muyum? sinema yaparken, müzik yaparken... sanki bir şeyler yetmiyor size. mükemmeliyetçi bir insan mısınız? bu mu sizin derdiniz?

- ben hiçbir zaman bir şeyi tamamlanmış hissetmiyorum. bu belki de beni kreatif yapan şeydir ama aynı zamanda iç huzursuzluğu veren bir şey. ama şu doğru hiçbir zaman tatmin olmam. her an her şey eksiktir.



moda dergilerini takip ederim

kıyafetler çizer özel diktiririm

kıyafetlerinize önem verir misiniz?

- hem de nasıl. giyinme işini pek seviyorum. kabusum, rock’çı olarak anılıyorum diye hayat boyu yırtık pantolonlar ve kovboy çizmeleri giymek olurdu... başka başka adamlara özeniyorum. bryan ferry’e mesela. ya da şarkıcı deyince bana çekici gelen, elinde gitarıyla, çığlık çığlığa bağıran bir adam değil de, elinde viskisiyle papyonu yana kaykılmış bir frank sinatra.

annenizin etkisi var mıdır modaya ilginizde?

- büyük ihtimalle. kadın terzi, biliyor bu işleri. ben de görmüşüm onu dikiş dikerken. çocukken pantolonumun paçasını 16 yapmak istediğimde, annem izin vermeyince, onun dikiş makinesini açıp kendim daraltıyordum pantolonlarımı.

16 ne demek?

- 16 paça yapardık biz. zar zor geçer bacağın, dapdar olur, 16 santim. çok severim bu kılık kıyafet işini. şu anda da öyle. yurtdışına alışverişe de giderim, aynen sosyetik kadınlar gibi. torbalarla otele dönerim. bazen kıyafet çizerim, kumaş getirtirim, özel diktiririm. manşetleri nasıl olsun, yakası nasıl olsun diye mesai harcarım. moda dergilerini önceden incelerim. modaya gözümü alıştırırım.

sevgilerinizin kıyafetlerine karışır mısınız?

- hayır ama hoş giyinmeyen kadınları çok da beğenmiyorum açıkçası...



eskiden beni arzulayan her kadınla birlikte olurdum

kadınlar arasında büyümüş bir çocuğun, diğerlerinden ne farkı oluyor?

- açıkçası ben sadece kadınları tanıyorum, erkek olarak bir tek kendimi biliyorum. tanıyorum derken, ne zaman ne yapacaklarını bilirim ama tam anlayamam. "bak şimdi şunu şöyle yapacak" derim. erkeklerin ise nasıl davranacağını asla bilmem.

böyle bir evde büyürken kadınları idare de etmeyi öğreniyor mu insan?

- tabii bir sürü üçkağıt öğrendim o arada...

kızlara güzel mektuplar yazan bir adam mıydınız?

- yok, şimdi bile zor yazarım. elde delil bırakmamak lazım. bir de ben utangacım. günlük bile tutamazdım, biri bulup okur diye.

ne zaman geçti utangaçlığınız?

- pek de geçmedi. tezatlıklar var bende. utangaç mıyım, utanmaz mıyım onun bile farkında değilim. bazen bir takım şeyler gelir başımıza. arkadaşlarım "aman allah’ım, çok utanç verici, sen rahatsız olmuyor musun?" derler, hiç olmam. ama gündelik hayatta belki de onların hiç utanmayacağı şeylerde, acayip utanırım.

bir kadın adım atmazsa, siz atabilir misiniz?

- alkolsüzken asla! normal zamanlarda da bir kadın bana aşık olduğunu söylemezse, ben asla söylemem...

o neden?

- ödleğim de ondan. gururum kırılır filan. bir sürü şey. böyle biri olmaktan memnun değilim, tersini tercih ederim. ama biri sürü kişilik sorunum var. hemen gururum kırılır, korkarım, kaçarım, aranmam, bulunmam. zor adamım. asıl derdim kendimle...

ne kadar sürüyor ilişkileriniz?

- en uzunu 7 yıl sürdü. kadınların hiç katlanamadığım yanları var ama yine de erkeklere tercih ederim. arkadaşlarımın çoğu kadın. daha derine ancak bir kadının yardımıyla inersiniz. onlar didikleyeceklerdir, bir erkekten daha farklı bir perspektifle bakacaklardır. kadınları dinlemeyi, onlardan öğrenmeyi tercih ederim. erkekler, kaba ve düz kalıyor kadınların yanında...

bunları kadınları tavlamak için söylemiyorsunuz değil mi?

- yok zaten tavlarım onları...

hiç zorluk çekmediniz mi bu meselede?

- hayır. ünlü olmadan da güzel güzel sevgililerim vardı.

iyi bir sevgili misiniz?

- ona da hayır. sevgili olduğum kadınlarla iyi geçinemiyoruz. bu da bana dert oluyor. ben de istemiyorum tabii birilerini üzen, bencil bir herif olmak. karşımdakini üzdüğüm zaman, bu bana vicdan azabı olarak geri dönüyor ama gerçek bu. tabii çok mutlu ettiğim zamanlar da oluyor.

nerede onlara kök söktürüyorsunuz?

- birbirinin tersi duygularım, çelişkilerim ve korkularım var. içinde bulunduğumuz ilişkiyi tanımlamamak, adlandırmamak gibi bir sürü çocukça dertlerim. özgürlüğümün kısıtlanmasını istemiyorum. koskoca adam oldum, hálá bunlarla uğraşıyorum...

kadında tercih ettiğiniz yaş?

- ben kadında gençlik hayranlığı peşinde değilim. ağzımın suyunu akıtan 50 yaşında kadınlar da var. edaları, tavırları nedeniyle...

kendinizden büyük sevgiliniz oldu mu?

- oldu. yaş hiç önemli değil ki.

sizi arzulayan her kadınla birlikte olur musunuz, centilmenlik gereği...

- valla eskiden öyleydi. şimdilerde seçici olmalıyım diyorum. biraz geç oldu ama...


alkol almasaydım hiçbir kadına asılamazdım

alkolle bir sorununuz var mı?

- bana göre yok, magazincilere göre var.

o nasıl oluyor?

- dışarı çıkmazsam, evde bir şişe bira bile içmem.

alkolik değilsiniz yani.

- değilim tabii. alkolün, probleme dönüştüğü zamanlar alkolün fazla alındığı zamanlar. herkes için geçerli bu.

herkes içiyor ama herkes yerlere düşmüyor. siz neden düşüyorsunuz?

- çünkü daha fazla içiyorum.

neden herkesten daha fazla?

- eğleniyorum o esnada, o dozu korumaya çalışıyorum. koruyayım derken abartıyorum. yoksa ben içkinin boğazımdan geçiş tadını sevmem. durumum şu: gece hayatını seviyorum. gece hayatı da içkisiz işkence.

yani vazgeçemediğiniz bu...

- aynen. çünkü öbür türlü o kadar yalnız yaşıyorum ki. evde kimseyi görmeden üç gün geçiriyorum, okuyorum, yazıyorum sonra dışarı çıkıyorum. insanlarla sosyal olduğum yer gece hayatı. gündüzleri kimseyle görüşmem. yemeğe bile zor çıkarım, muhabbet etmeyi istemem, böyle tuhaf bir adamım. alkol ise süper egoyu törpülüyor, daha rahat ve normal bir adam olabiliyorum. kimseye tavsiye etmiyorum ama alkol, bende işe yarıyor.

işe yarıyor derken...

- alkol almasaydım hiçbir kadına asılamazdım, kur yapamazdım. orada işe yaradı. bodrum’da dört ay boyunca müzik mi yapacağım? alkolsüz onu da yapamam, çile olur. bir sürü alkolik ya da uyuşturucuyla başını belaya sokan, kişiliğini kaybeden arkadaşım oldu. ben bunun ayrımındayım.

utanıyor musunuz ekranda kendi halinizi görünce?

- o kanalları seyretmediğim için hiç görmüyorum. sarhoş bir insanın niye utanması gerektiğini de anlamıyorum. ama arkasından koşturmanın, sarhoş bir adama mikrofon tutmanın, o haldeyken belden aşağı vurmanın, insanları olmadıkları gibi sunmanın utanılacak yanı var...

en çok anneniz mi üzülüyor siz alkol alınca?

- bir tek annem üzülüyor.

insanlar hakkınızda ileri geri konuşurken, sakin kalmayı nasıl beceriyorsunuz?

- lustral kullanıyorum! iki doz çok iyi geliyor, beni mutlu ediyor. her şeye gülümsüyorum. geçen hafta los angeles’taydım, venice beach’te yürürken beş ayrı türk grubuyla resim çektirmek zorunda kaldım. dünyanın hiçbir yerinde kaçışım yok. bu da beni mutsuz ediyor. herkesin bir sürü kişi olmaya hakkı varken, eğer meşhursan, senden hep aynı kişi olman bekleniyor. sürekli onu olursan da, karikatürize oluyorsun.

dün başlayan teoman röportajı bugün de devam ediyor. ona torpil geçiyorum, levent’in çektiği o güzel fotoğraflarından bir tane daha koyuyorum. çünkü ben teoman’ı çok beğeniyorum. hayır, sadece müzisyen olarak değil...

müzik hayatınıza ne zaman, nasıl girdi?

- orta1’de ilk teybimi aldım ve birdenbire müziğe aşık oldum. sonra para biriktirip gitar aldım, gerisi geldi.

icra, beste, ses... hangisinde daha iyisiniz?

- ben en çok şarkı sözü yazarı olarak kendimi beğeniyorum. babam da şiire edebiyata meraklıymış, ona çekmişim. beni edebiyat ayakta tutuyor. şarkı sözü yazmayacak olsam, belki de müzik yapmazdım. beni yazıp, çizmek, okumak ilgilendiriyor. büyük ihtimalle ben şiir seven en son kuşaktanım.

bir tür şair olduğunuzu düşünüyor musunuz?

- evet. müzisyenliktense, şairliği kendime daha yakın buluyorum. bir romancı da aslında bana bir müzisyenden daha yakın. hatta tiyatrocularla bile, müzisyenlerle konuştuğumdan daha derin, daha beni ilgilendiren şeyler konuşabilirim. müzisyenler, tanıdığım kadarıyla, sanata en uzak kişileri oluşturuyorlar. sadece çevremdekilerden bahsetmiyorum, total olarak. iki cümleyi bir araya getiremeyen adamlarla aynı kefede oluyorsun. aralarında derin ve felsefi olanları var tabii, onları tenzih ediyorum.

o şarkılar nasıl çıkıyor?

- kağıdı şu anda bile elime alsam, çok doğru, çok gerçek bir şeyler çıkar benden. ama artık lap topa yazıyorum. bir tane oyun yazdım mesela, şimdilerde onunla uğraşıyorum, sonra bir senaryom var üzerinde çalıştığım. bir tek şunu düşünüyorum, bitince insanlara göstermek zorunda mıyım? konserlerime de mesela, bir sürü insan geliyor, hálá içimde bir tereddüt var, ben onları tanımıyorum ki, acaba benim yazdığım şarkıları benim kadar hissediyorlar mıdır?

sizin dinleyicinizin sizi hissettiğini düşünüyorum...

ben de zaten o umutla şarkı yapıyorum.

-müzikte ulaşmak istediğiniz yer?

ben yapabileceğim şeyleri yaptım, şimdi üzerine ekliyorum. rakipler filan diye hiç düşünmüyorum. biriyle yarışacaksam, leonard cohen’inki kadar güzel mi benim şarkım diyorum. ya da bob dylan’a yetişebilir miyim bir gün. yoksa ben kral tv’deki arkadaşlarla filan yarışmıyorum. ben isterim ki, şarkılarım klasikleşsin. ben yokken de, benden bağımsız, kendi başlarına ayakta durabilsinler. ben onun peşindeyim.

bana rock’çı deme!

bu ülkede kavramlar abartılıyor. mesela rock müzik, gereğinden fazla onurlu bir şeymiş gibi gösteriliyor. özgürlük duygusu, anarşist ruh, tamam bunlar rock’ı evrensel yapan şeyler ama türkiye’de bunun yanına hümanisizmi de, solculuğu da koyuyorlar. tükiye’de rock felsefesi var diye atıp tutuyorlar. halbuki yok. beni de rock’çı yapıyorlar. oysa, siyahlar giymiş, sakallı, terli çocuklarla aynı yerde hissetmiyorum kendimi. ben tanımlardan, adlandırmalardan kaçınmak istiyorum.Ayşe Arman Röportajı Hürriyet Gazetesi Kasım 2007
Bir insan karşınızda konuşurken, “Utangaç mıyım, utanmaz mıyım bilemiyorum” diyebiliyorsa, o insanı ciddiye almak gerekir. Teoman da öyle biri.

çelişkileriyle zenginleşen biri. etkileyici biri. dolu, birikimli, derin, amma velakin yalnız, belki bu yüzden kendini biraz fazla ciddiye alan... yalnızlığın yonttuğu, biçimlendirdiği, şekillendirdiği biri erkek. genç yaşta babasını kaybetmiş ve hikaye orada başlamış...

bizi en çok sarsan cümleniz: "babamın öldüğü yaştayım..." babanızı kaybettiğinizde kaç yaşındaydınız?

- iki buçuk.

o kaç yaşındaymış...

- otuz üç.

çok da gençmiş...

- evet. bebekmiş babam öldüğünde.

babanıza dair neler hatırlıyorsunuz?

- iki kare: 1-) ağlıyorum, içeriden biri bana doğru koşuyor. babam o. "korkma" diyor. beni kucağına alıyor, hafif yukarıya kaldırıyor, sıkı sıkı sarılıyor. kendimi müthiş güvende hissediyorum. 2-) babam hasta yatağında öksürüyor.

insanın babasını bu kadar erken kaybetmesi nasıl bir travma?

- başkalarınkini bilemem, ama benimki ağır oldu. "haksızlığa uğradım" duygusuyla büyüdüm. "neden başka çocuklar değil de ben?" neyin ne olduğunu anladığım bir yaşa gelince de kendi adıma değil, onun adına üzülmeye başladım: "bana değil, ona haksızlık!" zor tabii. bir de güzel anlattıkları bir adamdı babam. ölümünün üzerinden 35 yıl geçmesine rağmen, hálá hakkında iyi konuşulan, hálá arkasından ağlanan bir adam. entelektüel, düşünceli ve zarif...

bazı insanlar kaybettikleri insanları hissederler özel günlerde filan. siz?

- aman yok. ben hiç gelemem öyle şeylere, kaçarım. hatta öyledir ki, aileden biri ölünce bile bana hemen söylenmez. alıştıra alıştıra söylerler. kaldıramam. cenazeler, camiler, mevlütler bana göre değil. hastalıklı bir ilişkim vardır ölümle. sevdiklerimin öleceği düşüncesi beni çok korkutur. evhamlıyım. mesela 70 yaşındaki annem hálá araba kullanıyor diye aklım çıkıyor. arkadaşlarım motosiklete biniyor diye ödüm patlıyor. müdahale etmek istiyorum.

peki biri sizin hayatınıza müdahale etse...

- hiç hoşuma gitmez. ama ben risksiz bir adamım, gerekmez.

nasıl yani?

- riskli bir hayat yaşıyormuşum gibi duruyor, değil mi? tam tersi aslında. sürekli check-up’a , efor testlerine giren, kendine bakan bir adamım.

babanız erken öldüğü için mi risksiz yaşamaya çalışıyorsunuz? babanızın erken ölümü tam olarak nasıl bir tortu bıraktı sizde? acı mı? boşluk duygusu mu? yaralanmışlık hissi mi? hep bir yerinizde bıçak var gibi mi? tevekkül mü?

- tevekkül yeni geldi bana. o haksızlık duygusunu, hıncı, kızgınlığı çok ileri yaşlarıma kadar taşıdım. yeni yeni kurtuldum onlardan. bir sürü çocuğun hissetmediği şeyleri hissetmek zorundaydım. başka koşullarda çaba göstermek zorundaydım. bu da hoşuma gitmedi tabii. babasız olmanın, insanlarda şefkat, merhamet ve acımaya dönüşmesini de sevmedim. ama bütün bu zorlukları bana göre daha kolay atlatanlar vardır. ben çok ağır yaşadım.

neden öldü babanız?

- kalp yetmezliğinden deniyor. ama bir sürü hastalığı varmış aslında. inatçı ve kimseyi dinlemeyen biriymiş, hastalıklarını saklamış. "bu işi kendim hallederim" deyip tedaviyi geciktirmiş, yoksa ölecek adam değilmiş. bence kişilik özellikleri yüzünden öldü...

özgür ruhlu ve serserilikten hoşlanan biri mi?

- evet. babamı, bana bıraktığı kitaplardan tanıdım. çok okuyan biri. goethe seviyor mesela. benim durumum şu, ana çerçeveyi başkalarının anlattıklarından aldım ama içini kendim doldurdum. babamı ben yarattım. milli türk talebe birliği’nin hukuk başkanıymış...

nasıl bir aşk hikayesi annenizle babanızınki?

- hüzünlü. annem olgunlaşma enstitüsünden mezun. isviçre’ye gidiyor çalışmaya, terzilik yapıyor, babamla mektuplaşıyorlar. babam anneme mektupla evlenme teklif ediyor, "evlenmeye hiç niyetim yoktu, ta ki seni tanıyıncaya kadar. benimle evlenir misin?" diyor. annem de kabul ediyor.

toplam ne kadar beraber olmuşlar?

- 3.5 yıl.

peki annenizin yası ne kadar sürdü?

- 35 yıl! 3.5 yıla 35 yıl. ilk 10 yıl, her gün ağladı. ve bu arada sağlığını yitirdi. babamın ölümünden sonra depresyona da girdi. sinirsel olarak ses kısıklığı vardır annemin. onu heyecanlandıracak bir şey olduğu zaman, sesi tamamen gider.

o da çok gençmiş babanız öldüğünde, istemediniz mi annenizin yeniden evlenmesini?

- annem babamı kaybettiğinde otuzlarındaydı, 70 yaşına kadar bekar yaşadı. 70’inden sonra evlendi. hayatlarının yaşlılık dönemindeki iki kişinin birbirine destek olma fikri hoşuma gitti, destekledim. ama 20 yıl önce evlenmeye kalksa, hoşuma gider miydi? hayır. o evin tek erkeği bendim.

nasıl bir çocukluk? fırlama, yaramaz, ele avuca sığmaz bir çocuk mu? yoksa ağırbaşlı, uslu mu?

- ben ropdöşambrlı çocuktum. çünkü evimizde pijamayla dolaşmak ayıp karşılanırdı. muhallebi çocukluğuyla, sokak çocukluğu arasında gidip geldim. salon erkeği denir ya, ben de salon çocuğuydum. hep kibar ve ölçülü. sofrada konuşulmaz. zaten fazla konuşanlar, yüksek sesle gülenler tasvip edilmez. yılışık erkekler hiç sevilmez. şu anda bile mesela bacaklarım açık hiç oturmam koltukta. ilkokula gitmeden, iyi bir erkeğin nasıl giyinmesi gerektiği öğretildi bana, hangi renkler bir araya gelmez filan...

peki neden bütün bunlar?

- çünkü annem, teyzem ve anneannemle büyüdüm. ve onlar cumhuriyet kadınlarıydı. zarif ve avrupai. kendilerini batılı hissediyorlar. estetik duygusuyla gereğinden fazla meşguller. öyle ki, anneminki stil faşizmine kadar giderdi. bir adam yanlarına yamuk yumuk oturduysa, özensiz giyinmişse, ayakkabıları boyalı değilse, sakal tıraşını ihmal etmişse... o adamın ne söylediğinin hiçbir önemi yoktur annem için...

bu sizi nasıl etkiledi?

- başka çocukların ropdöşambr giymediğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. bir sürü yönden farklıydım onlardan. koca ilkokulda annesinin üzüm suyu getirip kendi elleriyle içirdiği tek çocuk bendim.

yalnız, hayaller kuran bir çocuk mu?

- tabii, tabii. yalnızlık baskın tema. ilkokulda bana heceleri gösterdikleri gün çok hoşuma gitti. öğrendim, gittim evde bir kitap buldum, ondan sonra da elimden kitapları hiç bırakmadım.

nasıl bir öğrenciydiniz? parlak, vasat?

- üniversiteye kadar iyi bir öğrenci oldum. boğaziçi üniversitesi’ne girince biraz serdim. çok çalışmazdım ama hiçbir ders, benim için fuzuli değildi. merak ederdim. hatta o kadar ki, ders yılı başlamadan bütün ders kitaplarını okumuş olurdum.

insan tarih kitabını dersler başlamadan neden okur mesela?

- elime ne geçerse okuyordum. en büyük keyfim şuydu: perdelerimi sıkı sıkı kapatacağım, yatağıma uzanacağım ve kitap okuyacağım...

sizde bir tatminsizlik hali var, yanılıyor muyum? sinema yaparken, müzik yaparken... sanki bir şeyler yetmiyor size. mükemmeliyetçi bir insan mısınız? bu mu sizin derdiniz?

- ben hiçbir zaman bir şeyi tamamlanmış hissetmiyorum. bu belki de beni kreatif yapan şeydir ama aynı zamanda iç huzursuzluğu veren bir şey. ama şu doğru hiçbir zaman tatmin olmam. her an her şey eksiktir.



moda dergilerini takip ederim

kıyafetler çizer özel diktiririm

kıyafetlerinize önem verir misiniz?

- hem de nasıl. giyinme işini pek seviyorum. kabusum, rock’çı olarak anılıyorum diye hayat boyu yırtık pantolonlar ve kovboy çizmeleri giymek olurdu... başka başka adamlara özeniyorum. bryan ferry’e mesela. ya da şarkıcı deyince bana çekici gelen, elinde gitarıyla, çığlık çığlığa bağıran bir adam değil de, elinde viskisiyle papyonu yana kaykılmış bir frank sinatra.

annenizin etkisi var mıdır modaya ilginizde?

- büyük ihtimalle. kadın terzi, biliyor bu işleri. ben de görmüşüm onu dikiş dikerken. çocukken pantolonumun paçasını 16 yapmak istediğimde, annem izin vermeyince, onun dikiş makinesini açıp kendim daraltıyordum pantolonlarımı.

16 ne demek?

- 16 paça yapardık biz. zar zor geçer bacağın, dapdar olur, 16 santim. çok severim bu kılık kıyafet işini. şu anda da öyle. yurtdışına alışverişe de giderim, aynen sosyetik kadınlar gibi. torbalarla otele dönerim. bazen kıyafet çizerim, kumaş getirtirim, özel diktiririm. manşetleri nasıl olsun, yakası nasıl olsun diye mesai harcarım. moda dergilerini önceden incelerim. modaya gözümü alıştırırım.

sevgilerinizin kıyafetlerine karışır mısınız?

- hayır ama hoş giyinmeyen kadınları çok da beğenmiyorum açıkçası...



eskiden beni arzulayan her kadınla birlikte olurdum

kadınlar arasında büyümüş bir çocuğun, diğerlerinden ne farkı oluyor?

- açıkçası ben sadece kadınları tanıyorum, erkek olarak bir tek kendimi biliyorum. tanıyorum derken, ne zaman ne yapacaklarını bilirim ama tam anlayamam. "bak şimdi şunu şöyle yapacak" derim. erkeklerin ise nasıl davranacağını asla bilmem.

böyle bir evde büyürken kadınları idare de etmeyi öğreniyor mu insan?

- tabii bir sürü üçkağıt öğrendim o arada...

kızlara güzel mektuplar yazan bir adam mıydınız?

- yok, şimdi bile zor yazarım. elde delil bırakmamak lazım. bir de ben utangacım. günlük bile tutamazdım, biri bulup okur diye.

ne zaman geçti utangaçlığınız?

- pek de geçmedi. tezatlıklar var bende. utangaç mıyım, utanmaz mıyım onun bile farkında değilim. bazen bir takım şeyler gelir başımıza. arkadaşlarım "aman allah’ım, çok utanç verici, sen rahatsız olmuyor musun?" derler, hiç olmam. ama gündelik hayatta belki de onların hiç utanmayacağı şeylerde, acayip utanırım.

bir kadın adım atmazsa, siz atabilir misiniz?

- alkolsüzken asla! normal zamanlarda da bir kadın bana aşık olduğunu söylemezse, ben asla söylemem...

o neden?

- ödleğim de ondan. gururum kırılır filan. bir sürü şey. böyle biri olmaktan memnun değilim, tersini tercih ederim. ama biri sürü kişilik sorunum var. hemen gururum kırılır, korkarım, kaçarım, aranmam, bulunmam. zor adamım. asıl derdim kendimle...

ne kadar sürüyor ilişkileriniz?

- en uzunu 7 yıl sürdü. kadınların hiç katlanamadığım yanları var ama yine de erkeklere tercih ederim. arkadaşlarımın çoğu kadın. daha derine ancak bir kadının yardımıyla inersiniz. onlar didikleyeceklerdir, bir erkekten daha farklı bir perspektifle bakacaklardır. kadınları dinlemeyi, onlardan öğrenmeyi tercih ederim. erkekler, kaba ve düz kalıyor kadınların yanında...

bunları kadınları tavlamak için söylemiyorsunuz değil mi?

- yok zaten tavlarım onları...

hiç zorluk çekmediniz mi bu meselede?

- hayır. ünlü olmadan da güzel güzel sevgililerim vardı.

iyi bir sevgili misiniz?

- ona da hayır. sevgili olduğum kadınlarla iyi geçinemiyoruz. bu da bana dert oluyor. ben de istemiyorum tabii birilerini üzen, bencil bir herif olmak. karşımdakini üzdüğüm zaman, bu bana vicdan azabı olarak geri dönüyor ama gerçek bu. tabii çok mutlu ettiğim zamanlar da oluyor.

nerede onlara kök söktürüyorsunuz?

- birbirinin tersi duygularım, çelişkilerim ve korkularım var. içinde bulunduğumuz ilişkiyi tanımlamamak, adlandırmamak gibi bir sürü çocukça dertlerim. özgürlüğümün kısıtlanmasını istemiyorum. koskoca adam oldum, hálá bunlarla uğraşıyorum...

kadında tercih ettiğiniz yaş?

- ben kadında gençlik hayranlığı peşinde değilim. ağzımın suyunu akıtan 50 yaşında kadınlar da var. edaları, tavırları nedeniyle...

kendinizden büyük sevgiliniz oldu mu?

- oldu. yaş hiç önemli değil ki.

sizi arzulayan her kadınla birlikte olur musunuz, centilmenlik gereği...

- valla eskiden öyleydi. şimdilerde seçici olmalıyım diyorum. biraz geç oldu ama...


alkol almasaydım hiçbir kadına asılamazdım

alkolle bir sorununuz var mı?

- bana göre yok, magazincilere göre var.

o nasıl oluyor?

- dışarı çıkmazsam, evde bir şişe bira bile içmem.

alkolik değilsiniz yani.

- değilim tabii. alkolün, probleme dönüştüğü zamanlar alkolün fazla alındığı zamanlar. herkes için geçerli bu.

herkes içiyor ama herkes yerlere düşmüyor. siz neden düşüyorsunuz?

- çünkü daha fazla içiyorum.

neden herkesten daha fazla?

- eğleniyorum o esnada, o dozu korumaya çalışıyorum. koruyayım derken abartıyorum. yoksa ben içkinin boğazımdan geçiş tadını sevmem. durumum şu: gece hayatını seviyorum. gece hayatı da içkisiz işkence.

yani vazgeçemediğiniz bu...

- aynen. çünkü öbür türlü o kadar yalnız yaşıyorum ki. evde kimseyi görmeden üç gün geçiriyorum, okuyorum, yazıyorum sonra dışarı çıkıyorum. insanlarla sosyal olduğum yer gece hayatı. gündüzleri kimseyle görüşmem. yemeğe bile zor çıkarım, muhabbet etmeyi istemem, böyle tuhaf bir adamım. alkol ise süper egoyu törpülüyor, daha rahat ve normal bir adam olabiliyorum. kimseye tavsiye etmiyorum ama alkol, bende işe yarıyor.

işe yarıyor derken...

- alkol almasaydım hiçbir kadına asılamazdım, kur yapamazdım. orada işe yaradı. bodrum’da dört ay boyunca müzik mi yapacağım? alkolsüz onu da yapamam, çile olur. bir sürü alkolik ya da uyuşturucuyla başını belaya sokan, kişiliğini kaybeden arkadaşım oldu. ben bunun ayrımındayım.

utanıyor musunuz ekranda kendi halinizi görünce?

- o kanalları seyretmediğim için hiç görmüyorum. sarhoş bir insanın niye utanması gerektiğini de anlamıyorum. ama arkasından koşturmanın, sarhoş bir adama mikrofon tutmanın, o haldeyken belden aşağı vurmanın, insanları olmadıkları gibi sunmanın utanılacak yanı var...

en çok anneniz mi üzülüyor siz alkol alınca?

- bir tek annem üzülüyor.

insanlar hakkınızda ileri geri konuşurken, sakin kalmayı nasıl beceriyorsunuz?

- lustral kullanıyorum! iki doz çok iyi geliyor, beni mutlu ediyor. her şeye gülümsüyorum. geçen hafta los angeles’taydım, venice beach’te yürürken beş ayrı türk grubuyla resim çektirmek zorunda kaldım. dünyanın hiçbir yerinde kaçışım yok. bu da beni mutsuz ediyor. herkesin bir sürü kişi olmaya hakkı varken, eğer meşhursan, senden hep aynı kişi olman bekleniyor. sürekli onu olursan da, karikatürize oluyorsun.

dün başlayan teoman röportajı bugün de devam ediyor. ona torpil geçiyorum, levent’in çektiği o güzel fotoğraflarından bir tane daha koyuyorum. çünkü ben teoman’ı çok beğeniyorum. hayır, sadece müzisyen olarak değil...

müzik hayatınıza ne zaman, nasıl girdi?

- orta1’de ilk teybimi aldım ve birdenbire müziğe aşık oldum. sonra para biriktirip gitar aldım, gerisi geldi.

icra, beste, ses... hangisinde daha iyisiniz?

- ben en çok şarkı sözü yazarı olarak kendimi beğeniyorum. babam da şiire edebiyata meraklıymış, ona çekmişim. beni edebiyat ayakta tutuyor. şarkı sözü yazmayacak olsam, belki de müzik yapmazdım. beni yazıp, çizmek, okumak ilgilendiriyor. büyük ihtimalle ben şiir seven en son kuşaktanım.

bir tür şair olduğunuzu düşünüyor musunuz?

- evet. müzisyenliktense, şairliği kendime daha yakın buluyorum. bir romancı da aslında bana bir müzisyenden daha yakın. hatta tiyatrocularla bile, müzisyenlerle konuştuğumdan daha derin, daha beni ilgilendiren şeyler konuşabilirim. müzisyenler, tanıdığım kadarıyla, sanata en uzak kişileri oluşturuyorlar. sadece çevremdekilerden bahsetmiyorum, total olarak. iki cümleyi bir araya getiremeyen adamlarla aynı kefede oluyorsun. aralarında derin ve felsefi olanları var tabii, onları tenzih ediyorum.

o şarkılar nasıl çıkıyor?

- kağıdı şu anda bile elime alsam, çok doğru, çok gerçek bir şeyler çıkar benden. ama artık lap topa yazıyorum. bir tane oyun yazdım mesela, şimdilerde onunla uğraşıyorum, sonra bir senaryom var üzerinde çalıştığım. bir tek şunu düşünüyorum, bitince insanlara göstermek zorunda mıyım? konserlerime de mesela, bir sürü insan geliyor, hálá içimde bir tereddüt var, ben onları tanımıyorum ki, acaba benim yazdığım şarkıları benim kadar hissediyorlar mıdır?

sizin dinleyicinizin sizi hissettiğini düşünüyorum...

ben de zaten o umutla şarkı yapıyorum.

-müzikte ulaşmak istediğiniz yer?

ben yapabileceğim şeyleri yaptım, şimdi üzerine ekliyorum. rakipler filan diye hiç düşünmüyorum. biriyle yarışacaksam, leonard cohen’inki kadar güzel mi benim şarkım diyorum. ya da bob dylan’a yetişebilir miyim bir gün. yoksa ben kral tv’deki arkadaşlarla filan yarışmıyorum. ben isterim ki, şarkılarım klasikleşsin. ben yokken de, benden bağımsız, kendi başlarına ayakta durabilsinler. ben onun peşindeyim.

bana rock’çı deme!

bu ülkede kavramlar abartılıyor. mesela rock müzik, gereğinden fazla onurlu bir şeymiş gibi gösteriliyor. özgürlük duygusu, anarşist ruh, tamam bunlar rock’ı evrensel yapan şeyler ama türkiye’de bunun yanına hümanisizmi de, solculuğu da koyuyorlar. tükiye’de rock felsefesi var diye atıp tutuyorlar. halbuki yok. beni de rock’çı yapıyorlar. oysa, siyahlar giymiş, sakallı, terli çocuklarla aynı yerde hissetmiyorum kendimi. ben tanımlardan, adlandırmalardan kaçınmak istiyorum.

Hiç yorum yok: